
Hayat bir müzik gibidir aslında. Her sabah gözlerimizi açtığımızda yeni bir melodi başlar; kimimiz tempolu bir ritimle güne karışır, kimimiz ağır bir senfoninin içinde yavaşça ilerleriz. Ama her ne olursa olsun, bu müzikte en önemli şey ruhun ritmidir. Çünkü ruh ritim tutmazsa, beden hep detonedir.
Bazen öyle zamanlar olur ki, içimizdeki o uyum bozulur. Kalbimiz başka bir şey söylerken aklımız başka bir notaya sapar. İşte o an, en güzel şarkılar bile kulağa eksik gelir. Çünkü ruhun sesi kısılmıştır.
İnsan; bedeniyle değil, ruhuyla dengede kalır. Ruhun ritmini kaybeden biri, yaşamın melodisini duyamaz. Gülse bile yüzüne, içinde hep bir eksiklik yankılanır. Günler geçer, işler biter, insanlar konuşur… Ama o kişi kendi iç sesini duyamadığı için hep bir boşluk hisseder.
Bazen bir şarkı duyarız ve nedensizce gözlerimiz dolar. Çünkü o melodi, ruhumuzun unuttuğu bir ritme dokunmuştur. Kimi zaman bir çocuk gülüşü, bir rüzgâr sesi ya da bir dua… Bize yeniden “sen hâlâ yaşıyorsun” dedirtir. İşte o an, kalbimiz yeniden tempo tutar.
Ruhun ritmini yakalamak, hayatla barışmaktır. Her şeyin senin kontrolünde olmadığını kabullenmektir. Kırıldığında da, güldüğünde de aynı müziğin içinde kalabilmektir. Çünkü hayat sadece ne yaşadığınla değil, nasıl hissettiğinle anlam kazanır.
Bedenin sesi bazen yorulur, ama ruhun sesi asla susmamalı. Onu duymak için zaman zaman sessiz kalmak gerekir. Bir şarkıyı değil, kendi kalp atışını dinlemek gerekir. Çünkü o ritim, seni hayatta tutan en saf melodidir.
Unutma; dış dünyanın sesi ne kadar yüksek olursa olsun, asıl ahenk içeridedir. Ruh ritmini bulduğunda, yaşamın en karmaşık ezgileri bile anlamlı hale gelir. Ve o zaman, hiçbir şey seni detone edemez.
🎧 Dinle… Ruhunun sessizliğinde bile bir müzik var.