“Aynı kökten büyüyebiliriz, ama her dalın kendi yolculuğu vardır. Peki neden hâlâ birbirimiz kıyaslamaya çalışıyoruz?” Aynı Kökten, Farklı Meyveler Bir meyve ağacının verdiği meyvelerin her biri farklıdır; biri tatlı, biri ekşi, biri olgun, biri çürümüş olabilir. Ama hepsi aynı kökten, aynı topraktan, aynı gövdeden doğmuştur. Yine de kimse bu meyveleri aynı kefeye koyup yarıştırmaz, çünkü biliriz ki her biri kendi zamanının, kendi yolculuğunun eseridir. Ne garip değil mi? Doğa bile çeşitliliği böylesine zarifçe kabul ederken, insan hâlâ insanı kıyaslamaktan vazgeçemiyor. Aynı anne ve babadan doğduk diye, aynı hayata, aynı başarıya, aynı düşünceye sahip olmamız bekleniyor. Oysa biz aynı ağacın dalları değiliz; aynı kökten büyüyen ama farklı yönlere uzanan bambaşka filizleriz. Birinin güneşi daha erken görmüş, birinin rüzgârı daha sert esmiştir. Toprak herkese aynı gibi görünür ama her kök, kendi derinliğini kendisi kazır. Bazılarımız gölgede kalır, bazılarımız yağmurdan daha çok beslenir; bazı dallar ise sadece rüzgârla dans etmek için büyür. İşte bu yüzden, her insanın verdiği meyve kendi çabasının, kendi mevsiminin sonucudur. Yine de kıyaslanırız. Tatlı olana özenilir, ekşi olana sabır gösterilmez, çürüyen ise hemen yargılanır. Oysa belki de çürüyen meyve, ağacı besleyen en derin köklerin hikâyesini taşır. Bilmeyiz, sormayız, sadece karşılaştırırız. Ve işte o an, hem doğanın dengesini hem de insanın özünü unuturuz. Belki de en büyük yanılgımız, eşitliği aynı olmakla karıştırmamamız gerektiğini fark edememektir. Eşitlik, herkesin aynı meyveyi vermesi değil; her meyvenin kendi tadında, kendi hâlinde kabul edilmesidir. Birinin olgunluğu, diğerinin hamlığını küçültmez. Çünkü her biri, ağacın bütünlüğüne başka bir anlam katar. İnsanı anlamak, onu kıyaslamamakla başlar. Kökleri aynı olsa bile, her dalın yönü farklıdır. Bazıları gökyüzüne uzanır, bazıları köklerini derinlere salar; bazıları ise sadece rüzgârla dans etmek için büyür. Ve en güzeli, her dalın bu farklı yolculuğu ağacın bütününü oluşturur. Bir ailede, bir toplumda, bir ilişkide… İnsanları birbirine benzetmeye çalıştıkça, aslında onların kendiliklerini törpüleriz. Çocuklar anne babalarının yarım kalmış düşlerini tamamlamak için değil, kendi düşlerini kurmak için doğarlar. Kardeşler aynı evin duvarlarını paylaşır, ama her biri o duvarların arasında farklı manzaralar görür. Ve biz büyüdükçe, o farklı manzaraların kıymetini anlamayı öğreniriz. Belki de en büyük olgunluk, “her meyvenin tadı kendine özgüdür” diyebilmekte gizlidir. Tatlıyı alkışlayıp ekşiyi yargılamak yerine, her birinin neden öyle olduğunu anlamaya çalışmak… Çünkü bazı tatlar güneşle olgunlaşır, bazıları gölgede kaldığı için ekşir. Ama hepsi aynı ağacın hikâyesidir — bir bütünü oluştururlar. Sonuçta, hiçbir meyve diğerini geçmek için yetişmez. Sadece mevsimi geldiğinde olgunlaşır, zamanı dolunca düşer. Ve hayat da tam olarak budur: Birbirine benzeme zorunluluğu olmadan, aynı kökten beslenen farklı tatların birlikte var olabilmesi.