Hadi gel... Bu satırlar, senin yerine konuşsun biraz. Çünkü bazı duygular var ki, dile gelirken utanır; kelimeler eline değil yüreğine yakışır. Ey içimde usulca dolanan ben, Sana en çok senin eksikliğini hissettiriyor dünya. Ne zaman aynaya baksam, görüntüm tamam ama gözlerim biraz eksik. Çünkü orada bir yerde, "bana da sıra gelecek mi?" diye bekleyen bir ben daha var. Sahi, hiç sordun mu kendine: “Nasılsın, gerçekten?” İyilik deyip geçiştirdiğin o hâl, neyin örtüsüydü? Bir kırgınlığın üzerine halı mı serdin yoksa? Hayat, senden hep “dayanıklı” olmanı bekledi. Ama sen ne zaman kendin için ağladın? Ne zaman yastığın sana şefkat etti? Sen de biraz yarım kalabilirsin. Biraz dağılabilirsin. Hatta bazı sabahlar hiçbir şey olmak istemeyebilirsin. Bak, seni yargılayan kimse yok burada. Bu mektup, senin içini bilen bir yerden yazılıyor. Kendine yavaş dokun. Kendini anlamadan kimseyi anlamaya çalışma. Kırıldığın yerde parlamayı öğren. Çünkü ışık, en çok çatlaklardan sızar. Ve unutma: bazı yorgunluklar dinlenmekle değil, kendinle karşılaşmakla geçer. Bugün bu satırlar, senin yerine konuştu. Yarın belki sen yazarsın... ya da yine susarsın, olur. Ama bu mektup burada dursun. Bir gün “kendimden geçtim” dediğinde, kendine dönüş yolunu hatırlatsın. İşte bu, senin kendine yazamadığın ama içinde bir yerlerde hep hazır tuttuğun mektuptu.