Değerli okuyucularımız, herkese dua ve selamla yazıma başlıyorum.
İnsan, yaşamı boyunca hangi konumda olursa olsun, hayatta yaşanan olay ve gelişmelerden kendini soyutlayamaz. Çünkü insan, yaşadığı toplumun bir ferdidir ve topluma karşı sorumlu bir bireydir. Bu sorumluluk gemisinde yaşayan herkes, tıpkı bir bütünü oluşturan parçalar gibi birbirine kenetlenmeli, maddi ve manevi katkılar sunabilmelidir. Bunu yaparken de doğruluk ve hakikat düsturundan taviz vermemelidir.
Yani doğruya "doğru", yanlışa "yanlış" diyebilmeli; siyasi görüşü ve dünya görüşü ne olursa olsun, eleştiri ve hakkı arama noktasında adil olup menfaat uğruna milletini ve vatanını feda etmemelidir. Hani derler ya: "Bir ülkede yalakalığın getirisi, dürüstlüğün getirisinden fazlaysa o ülke batar." Bu söz, boşuna söylenmemiştir.
Günümüz şartlarına baktığımızda, menfaat sarmalı insanları öyle bir kuşatmıştır ki kimin dost, kimin düşman olduğu anlaşılamamaktadır. Ne yazık ki bu üzücü ve bir o kadar da gerçek olan durum, hayatın her safhasında yerini almıştır. Bugün yaşadığımız yönetimsel, toplumsal ve sosyal çöküşün en büyük sebebi de budur: sahte maskeler takan, çifte standartlarla hareket eden, doğruluğu menfaate kurban eden bir anlayış.
Ne zaman ki doğruluğa ve adil yönetime önem veren, insan emeğine saygı duyan, ikna edilenlerle değil, gönüllü insanlarla yola çıkan bir yönetim anlayışı ve çıkarsız bir millet oluruz, işte o zaman doğru limana doğru yol alabilir, başarıyı yakalayabiliriz. Bunun için iyi bir gelecek ve güzel yarınlar adına, doğruluk özümüz, insanlık ve merhamet silahımız, liyakat ise yönetim anahtarımız olmalıdır.
Ancak günümüzde, olması gereken kural ve nizamların giderek yok olması, haktan ve doğruluktan sapmalar, güvenilir insan profilini de yok etme noktasına getirmiştir. İnsan, güven bunalımı yaşamakta ve bu durum, telafisi oldukça zor bir dönemeç oluşturmuştur.
Bu dönemeçte yaşanan zaafiyetler, insan hayatını zorlaştırarak en üst seviyeye ulaşmış, dünyayı giderek çekilmez bir yer haline getirmiştir. Bunun sonucunda ise toplumsal deformasyon ve ahlaki çöküş, sosyal dengeleri altüst etmiştir. Sosyal denge bozulduğunda, dünyada ve insan yaşamlarında huzurlu, normal seyirde devam eden bir hayat yerini sancılı bir sürece bırakır.
Bugün yaşadığımız zorluklar, karmaşa, bunalımlar, adalet eksikliği, açlık, savaşlar ve menfaat sarmalına kapılan insanların sebep olduğu düzensizlikler, insanlığın en büyük zaafiyeti haline gelmiştir.
Kendimizi düzeltmeden, dünyada ve hayat akışımızda bir düzelme bekleyemeyiz.