Gündem durmaksızın akıyor. Bir sabah bir yangın haberiyle uyanıyoruz, ertesi gün bir kadın cinayetiyle sarsılıyoruz. Akşamına toplumsal bir linç, sabahına bir zam haberi, arkasından şehit haberleri... Ancak ekranları kaydıran parmaklarımızda ne bir öfke kalıyor, ne bir yas. Sosyal medya çağında herkes her şeyden haberdar; ama kimse hiçbir şeyle derinlemesine ilgilenmiyor. Görmek, bilmek, hatta paylaşmak bile artık bir duyarlılık göstergesi değil. Gündem kadar hızlı değişen insan ilgisi, yerini kronik bir duyarsızlığa bırakmış durumda.Dijital çağ bize anında erişim, etkileşim ve ifade özgürlüğü sundu. Lakin bu olanaklar, aynı zamanda duygusal bağlarımızı yüzeyselleştirdi. Bir yandan savaş görüntülerini izleyip "çok üzücü" yazıyor, birkaç saniye sonra gülme emojili bir videoya geçiyoruz. Arka arkaya yaşanan felaketler, iç içe geçmiş trajediler artık bizde bir etki bırakmıyor. Çünkü biz, ekran karşısında başkalarının acılarına tanıklık ederken, kendi konfor alanımızı terk etmemeye yeminliyiz.
“Bana dokunmayan yılan, bin yıl yaşasın” anlayışı günümüzde dijital bir versiyon kazandı: "Benim gündemim değil." Bu cümle, her türlü adaletsizliğe, hak ihlaline ve insani drama karşı geliştirdiğimiz modern savunma mekanizması hâline geldi. Artık insanlar sadece bilgiye değil, algıya göre yaşıyor. Bir olayın “ne” olduğu değil, “nasıl sunulduğu” ve “ne kadar etkileşim aldığı” önemli. İşte bu yüzden, bazı haberler sırf az tıklanıyor diye önemsiz addediliyor; bazı insanlar ise sırf görünür oldukları için haklı sanılıyor.Bu yüzden ne yazık ki, ekranlara bakarken gözlerimiz açık ama vicdanlarımız kapalı. Gerçekten ne zaman, hangi haberi içimizde hissettik? Bu soruyu kendimize vicdanımıza sormamız gerekiyor.
Bugün artık sadece “bilgi sahibi olmak” değil, “duyarlılık göstermek” bir irade meselesi. Dijital çağ, her bireyi potansiyel bir tanık, bir yorumcu ve bir tanıtıcıya dönüştürdü. Fakat tüm bu roller içinde en çok eksik olan şey, vicdan sahibi olmak.