Hayatlarımız giderek hızlanıyor. Sabah alarmıyla başlayan koşuşturmaca, iş toplantıları, telefon bildirimleri, trafik, yetiştirilmesi gereken sorumluluklar derken gün bitiyor. Yorgun bir beden, dağınık bir zihin ve tatmin olmamış bir kalp ile uykuya dalıyoruz. Sonra aynı döngü yeniden başlıyor. Hep meşgulüz. Ama derinlerde, sanki içimizden bir parça eksikmiş gibi hissediyoruz. Bu duygu neden hiç peşimizi bırakmıyor? Aslında hepimizin içinde saklı bir boşluk var. Bu boşluğu doldurmak için sürekli bir şeylere yetişmeye çalışıyoruz. Daha çok iş, daha çok başarı, daha çok bağlantı… Ama ne kadar çok şeye sahip olursak olalım, sanki hayatın özünden uzaklaşıyoruz. Çünkü kaçırdığımız şeyler, hızın ve telaşın gölgesinde kalan küçük ama gerçek anlar. Ve bunlar fark edilmediğinde, gün ne kadar dolu görünürse görünsün, kalbimiz hep eksik kalıyor. Belki de bu yüzden meşguliyet bizi oyalarken, ruhumuzun derinlerinde bir tatminsizlik büyüyor. Modern çağ bize çok şey sundu: hız, kolaylık, bağlantı. Ama karşılığında dikkatimizi ve derinliğimizi aldı. Artık çoğu sohbet yüzeyselleşti, çoğu bağ sanallaştı, çoğu duygu aceleyle geçiştirildi. Birbirimizi gerçekten dinlemek yerine, sıradaki mesajı düşünüyoruz. “Hep eksik” hissi bize bir şey söylüyor: Aslında zamanımız az değil, dikkatimiz dağınık. Gerçekten önemli olana odaklanmadığımız için hep bir şeyleri kaçırıyoruz. Sevdiğimiz insanla göz göze gelmek, sofrada sessizliği paylaşmak, yalnızca kendimiz için nefes almak… İşte bunlar, meşguliyetin gölgesinde kayboluyor. Belki de en çok kendimizi kaçırıyoruz. İçimize dönmekten, kendi sesimizi duymaktan uzaklaştık. Hep dışarıya yetişiyoruz ama içimizdeki bizi, hayalleri, huzuru ihmal ediyoruz. Bizi biz yapan şeyler, sürekli ertelediğimiz “bir gün”lere kalıyor. Oysa “bir gün” dediğimiz şey hiçbir zaman gelmeyebilir. Eğer kendimize şu soruyu sorarsak belki de cevaba yaklaşırız: Bugün gerçekten neyi yaşadım? Kalbimi ısıtan, ruhuma dokunan tek bir an oldu mu? Eğer cevabımız hayırsa, işte o gün, ne kadar meşgul olursak olalım, eksik kalmıştır. Hayatı anlamlı kılan şey, hız değil derinliktir. Daha çok iş, daha çok başarı değil; daha çok sevgi, daha çok farkındalıktır. Bir anı dolu dolu yaşamak, yılların yorgunluğunu silebilir. Birine gerçekten “seninleyim” diyebilmek, tüm eksiklik duygusunu hafifletebilir. Sonuçta biz, sürekli koşarak tamamlanamayız. Asıl tamamlanma, durduğumuz yerde nefes almayı, sevdiklerimize bakmayı, hayatın bize sunduğu küçük mucizeleri fark etmeyi seçtiğimizde başlar. Hep meşgul olabiliriz, ama eksik hissetmek zorunda değiliz. Çünkü kaçırdığımız şey aslında çok basit: yaşamak. *Gülfer Paray*